Çalı Pide https://calipide.com Wed, 02 Apr 2025 23:02:15 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.7.2 https://calipide.com/wp-content/uploads/2025/03/calilogokwhite-96x96.png Çalı Pide https://calipide.com 32 32 Filistin’de Zeytin Savaşı https://calipide.com/filistinde-zeytin-savasi/ https://calipide.com/filistinde-zeytin-savasi/#respond Mon, 24 Feb 2025 13:27:09 +0000 https://dijitasyon.com.tr/calipide/?p=3298 İsrail ordusu tarafından desteklenen yasa dışı yerleşimciler, Gazze’ye yönelik saldırıları zeytin hasat mevsiminde Filistinli çiftçilere aşırı kısıtlamalar ve şiddet uygulamak için kullanıyorlar.

Yıllardır, yerleşimcilerin Filistinli çiftçilere yönelik şiddeti hasat mevsiminde zirve yapıyordu. Bu yıl Gazze’deki saldırılar devam ederken, İsrail ordusunun işgal altındaki Batı Şeria’daki bölgesel operasyonlar için çok sayıda yerleşimciyi askere alması sebebiyle saldırılar hem yoğunluk hem de sıklık bakımından arttı. Yerleşimciler ellerindeki gücü, tarım arazilerine giden yolları kapatarak, yerleşim yerlerinin yakınındaki zeytinliklere erişimi engelleyerek ve zeytin ağaçlarını yakıp sökerek, Filistinli hasatçıları engellemek için kullandılar. Dahası yerleşimcilerin şiddetli saldırıları, topraklarında zeytin ağaçlarını hasat eden Filistinli çiftçilerin yaşamlarına yönelik ana tehdit haline geldi.

BATI ŞERİA’DAKİ TARIM ARAZİLERİ VE ZEYTİNLİKLER YOK EDİLİYOR

 Filistin Tarım Bakanlığı, işgal ordusu ve yerleşimcilerin saldırıları nedeniyle çiftçilerin bu yıl yaklaşık 19 bin 770 dönüm zeytin ekili araziye erişemeyeceğini ve bunun da sezon mahsulünün yaklaşık yüzde 15’inin kaybına yol açacağını tahmin ediyor. İsrail’in Filistinlilerin erişimine getirdiği kısıtlamalar nedeniyle Batı Şeria’daki 96 bin dönümden fazla zeytinlik hasat edilemediği için 2023 sezonu çiftçiler için oldukça zor geçti.

Filistinli çiftçiler 2023 sezonunda tahmini olarak toplam 1323 ton zeytinyağı kaybı yaşadı ve bu da doğrudan 10 milyon dolarlık kayba neden oldu. Bu etki özellikle kuzeydeki Tulkerim, Kalkilya ve Nablus vilayetlerinde çok fazla hissedildi. İsrail’in bu politikası on binlerce Filistinli ailenin doğrudan maddi zarara uğramasına neden oldu. Örneğin, 2023 yılında, Kafr Malik, Turmusaya, Ebu Falah ve Duma köylerine de hizmet veren el-Muğayir köyündeki zeytin presi, yıllık ortalama üretimin yalnızca yüzde 20’sini üretti. Böylece 300 ton yerine sadece 60 ton zeytinyağı üretildi. El Mazra’ah al-Kibliyah’taki zeytin sıkma makinesi ise 150 ton yerine sadece 500 kilogram zeytinyağı üretti.

FİLİSTİNLİ ÇİFTÇİLERİN GEÇİMİ ENGELLENİYOR

 Araziye erişimin kısıtlanması ve yerleşimci şiddeti, zeytin hasadı sezonunda Filistinli çiftçiler için büyük riskler ve zorluklar oluşturuyor ve potansiyel olarak geçim kaynaklarını baltalıyor. Gazze’ye saldırıların başlangıcından bu yana Batı Şeria’da yüzlerce yerleşimci şiddeti vakası meydana geldi. Yerleşimciler, zeytin toplayan hasatçılara fiziksel saldırıda bulunuyor ve onları silahla tehdit ederek bölgeyi terk etmeye zorluyor. Dahası yerleşimciler, büyük bahçeleri söküp yakıyor ve zeytinleri çalıyorlar. Bu saldırıların çoğu İsrail güçlerinin gözetimi altında gerçekleştiriliyor.

Yerleşimciler ayrıca sosyal medya üzerinden de hasatçıları zarar vermekle tehdit ediyorlar. Bu dönemki zeytin hasat sezonu, ağaçları yok etmek, Filistinli çiftçilere saldırmak ve mahsullerini toplamalarını engellemek amacıyla bir dizi İsrailli yerleşimci saldırısına tanık oldu. Bu saldırılar Ramallah’ın doğusunda, Nablus’un güneyinde ve Salfit’in kuzeyinde yoğunlaştı. Batı Şeria’nın kuzeyi hedef alınırken, bölgenin geri kalanında saldırılar kontrolsüz bir şekilde devam ediyor. Aynı zamanda yerleşimcilerin Filistinlilerin tarım arazilerine yönelik saldırıları da her geçen gün yoğunlaşıyor.

BATI ŞERİA HER GEÇEN GÜN BİRAZ DAHA GASBEDİLİYOR

Bu yılın başlarında İsrail, işgal altındaki Batı Şeria’da son 30 yılın en büyük toprak gaspını gerçekleştirdi ve bunu rastgele yerleşimlerin ve yerleşimciler için inşa edilen yeni yolların sayısında eşi benzeri görülmemiş bir artış izledi. Yerleşimcilerin saldırıları, arazi kontrolüne ve yerleşim ileri karakollarının kurulmasına yönelik organize saldırıları da içeriyor. Bu yeni genişletilen yerleşimlerin çoğu, çoğunlukla zeytin ağaçlarının yetiştirildiği tarımsal alanlarda yer alıyor.

Bu örneklerden biri de Batı Şeria’nın güneyindeki Beytüllahim şehrinin batısında yer alan bir tarım köyü olan Battir’de yaşanıyor. Kasabanın Al-Kamar bölgesinde işgalciler, karakolun sınırlarını genişletmek, mobil evler ve barakalar kurmak amacıyla toprakları ele geçirdi. Bu, o köyde çiftçilerin topraklarına ulaşmalarının ve zeytinlerini hasat etmelerinin engellendiği üst üste ikinci yıl oldu. Yerleşimciler bu suçlar nedeniyle hiçbir cezalandırma ile karşılaşmadı ve bunun yerine İsrail hükümetinin desteğiyle sahadaki işgal güçleri tarafından korundu.

]]>
https://calipide.com/filistinde-zeytin-savasi/feed/ 0
Yemek ve Yazı https://calipide.com/yemek-ve-yazi/ https://calipide.com/yemek-ve-yazi/#respond Mon, 24 Feb 2025 13:26:21 +0000 https://dijitasyon.com.tr/calipide/?p=3295 Yemek yapmak en çok yazı yazmaya benzer veya yazı yazmak en çok yemek yapmaya benzer. Yazıda olduğu gibi içinde her şey vardır yemeğin; yemekte olduğu gibi içinde her şey vardır yazının.

Yazıda da yemekte de açlığı bastırmak, nefsi tımar etmek, başkasına bir şey sunmak, haz yaşamak, coşkuya kapılmak, sevinç duymak, keyif almak, heyecana gark olmak, keşif duygusunu yaşamak, hayret etmek ve aklınıza gelen bir yığın şey vardır.

YEMEK MUTLULUKTUR

En sevinçli anlarını yemekle taçlandırır insan. Evlenme teklifleri genellikle yemekte yapılır. Sevdiğimiz, hoşlandığımız kişiyi yemeğe davet eder, doğum günü gibi müstesna anlarımızı yemekle kutlarız. Yemek her eylemin başıdır. Kıymet verdiğimiz kişileri evlerimize yemeğe davet ederiz. En güzel sohbetler yemek masasında yapılır. Yemek mevzu açar, yemek küskünleri barıştırır, aşiret çatışmaları düzenlenen bir yemekle sonlandırılır, barışa vesiledir yemek, hayır dua yemekte yapılır, devletlerarası ilişkilerde yemek pek mühimdir.

YEMEK HATIRADIR 

Yediğiniz her şey sizi çocukluğunuzun bir anına götürür. Yemek hafızadır, geçmişi canlandırır. Umuttur bazen yemek, beklenti yaratır. Arkadaştır, yalnız yenilen bir yemek kadar hüzün verici az şey vardır. Muhabbettir yemek, sohbettir, ailedir, sofraya konulan her tabak muhabbeti zenginleştiren yeni bir kelamdır. Geçmiştir yemek, bazen gelecektir. Gelenektir, unutulmuş birçok şeyi yeniden hatırlatır. Coğrafyadır yemek, kaderdir. Bilgeliktir çoğu zaman, birçok şeyi muhafaza altına almaktır. Neşedir, hep birlikte, hep beraber söylenen bir şarkıdır, bir türküye hep birlikte katılmaktır. Yemek kenetlenmektir.

KİMLİKTİR YEMEK

Yemek bir seremonidir. Özen ister, şık bir sofra hazırlamak, yemek yenecek tabakların kalitesi ve renkleri, kullanılan çatal bıçaklar, masa düzeni, masa örtüleri, şamdanlar, mumlar, kristal bardaklar, kadehler, gümüşler, porselenler her şey daha şık, daha zarif bir törenin aksesuarlarıdır.

Masaya gelen yiyecekler de öyle. Onları pişiren, o töreni hazırlayanlardan daha büyük bir sınavdan geçmiştir. Asıl aktör odur. Bütün o şatafat, bütün o özen, bütün o törensel faaliyet sofraya gelen şeyle ölçülür. Eğer sofraya gelen taamın lezzeti o güzelliği tamamlamışsa, o tören daha da büyür, bir festivale dönüşür.

YEMEK VE YAZI YAKINDIR BİRBİRLERİNE

Yemek yapmakla yazı yazmak birbirine çok yakın iki iştir. Yazı da haz verir, yemek de… Yazı da çileli iştir, yemek yapmak da… Yazı da yalnız yazılır yemek de… (İki aşçının yemeği yavan olur.) Yazı da aşk ister, yemek de… Yazı da mutluluk yaşatır yazara, yemek de aşçıya… Yazı da özen ister, yemek de… Yazı da büyüdür, yemek de… Yazı da sevgi, özen ister yemek de… Yazı da birçok derde devadır, yemek de… Yazı da umut verir yemek de… Yazı da risk almaktır, yemek de…Yazı da hafızadır yemek de… Yazı da arkadaştır yemek de… Yazı da ailedir, yemek de… Yazı da muhabbettir, yemek de… Yazı da gelenektir, yemek de… Yazı da bilgeliktir, yemek de… Yazı da coğrafyadır, yemek de…

İKİSİDE YARATICILIKTIR

Yazıyı tek kişi yazar, birçok kişi okur. Yemeği tek kişi yapar birçok kişi yer. Yemek yapmak yaratıcılıktır, yazı yazmak da…

1900’lerin başında lastikçi Michelin Kardeşlerin aklına, kimsenin aklına gelmeyen bir fikir gelir. Ulaşabildikleri bütün yol üstü durakların rehberini yapmaktır bu fikir. Önce yolcular, sonra da şoförler için… Duraklar ne kadar uzaksa, onlar o kadar karlıdır. Zira tepilen her yol aşınan bir lastik demektir; aşınan her lastik yerine yenisinin alınmasıdır.

Zamanla oluşturulan gizli bir jüri, bu mekanlara yıldızlar vermeye başlar. Bu yıldızların adı “Michelin Yıldızı”dır bugün, dünyada bu yıldızlara sahip sınırlı sayıda lokanta vardır, galiba sayıları 50’dir. Michelin yıldızı yemek ustalarının hayatına girdiği günden beri yemek yapmak, yazı yazmaya daha da yaklaştı.

Bir yazar için Nobel ne ise, bir şef için de Michelin odur. Bu yüzden artık günümüzde bu alanda yaratıcılığın sınırları neredeyse yazdaki yaratıcılığın sınırlarına dayanmış durumda. Aslında hepimiz, bütün evrende üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri yiyoruz. Tıpkı dünyanın bütün yazarlarının Tevrat’tan beri aynı hikayeleri anlatmaları gibi. Goethe üç yüz sene evvel “dünya edebiyatı” dediği günden beri, ülkelerin ulusal edebiyatlarının o kadar önemi kalmadı artık. Kuşkusuz her yazar kendi ülkesinde “milli şuurun” oluşmasında önemli bir görev yerine getiriyor hala ama nihayetinde zamana direnebilmek için İzlanda’daki balıkçıya da bir şeyler ifade eden eserler vermek zorundadır, aksi taktirde zamana kafa tutmak imkansızdır.

Günümüzde her ülkenin yazarlarının anlattığı her hikaye, “dünya edebiyatı” denilen “büyük hikayenin” değişik bir versiyonudur. Gök kubbe altında anlatılmadık hiçbir hikaye yoktur artık. Yazılan yeni hikayeler, eskinin “farklı” anlatımıdır. Şeflerin hali de öyle. Hepimizin yediklerinden, o zamana kadar yemediğimiz bir yemek yapmak, o zamana kadar tatmadığımız bir tat almak, iyi şeflerin aradığı şeydir.

Misal bundan beş sene evvel İsveç’te, Magnus Nilsson adında bir şef bu alanda her beşerin cesaret edemeyeceği bir işe kalkıştı. Bir iddiası vardı; yerleşim yerlerinden uzak, ülkenin kuzeyinde, ormanın derinliklerinde kaybolmuş, inin cinin halaya durduğu, kışın buzlarla kaplı, yazın yeşil renkten başka hiçbir şeyin olmadığı ıssız bir yerde bir lokanta açtı. İsveç, yetişen yemek malzemesi bakımdan pek zengin bir ülke sayılmaz, doğa kök sebzelerin dışında başka şeylerin yetişmesine izin vermiyor. Ama bir imkansızı başarmayı kafasına koymuş olan Nilsson kısa sürede başardı, lokantasının yanındaki göl donduğu için müşterilerini taşıyan küçük uçaklar bu gölün üzerine indi, bir süre sonra bu ıssızlıkta açtığı lokantası Michelin yıldızları aldı. Emeline ulaştıktan sonra en karlı zamanında lokantayı kapattı, şimdi ülkenin en güneyinde elma yetiştiriyor.

Siz bakmayın yemek yazarı Vedat Milor’un sorduğu, “Michelin yıldızı alacak lokantalar niye bizde yok?” sorusuna verdiği “talep”, “yemeğe bakış açımız”, “hazır olma durumumuz” falan gibi cevaplara…

Olabilir. Bütün bunların etkisi olabilir ama bana göre bunun asıl cevabı “Bizde Nobel alan yazar ve bilim insanın sayısı neden ikidir?” sorusuna verilecek cevapla bağlantılıdır. Ne zaman Nobel alan yazar ve bilim insanı sayımız artarsa, Michelin alacak lokantamız da olur. İsveç’in kuzeyinde, karlarla kaplı ormanın derinliklerinde lokanta açan adama ne kadar talep vardı ki? İyi lokantanın müşterileri her yere gider… İsveç’in karanlık ormanlarına gidenler Anadolu’nun apaydınlık iklimine neden gelmesin ki?

Bu iş tamamen yaratıcılıkla ilgili bir iştir. Amerika’da Nobel alan yazar ve alimlerin sayısı 375, İngiltere’de 129, Almanya’da 108, Fransa’da 69, Türkiye’de 2’dir; onlardan birisi de Amerika’da yaşıyor, orada yetişti. Tanıdığım birçok iyi yazar, iyi yemek yapardı. Yemek yaparken yazıyı düşünmek, yemek ocakta pişerken yazının başına oturmak; elini yemek malzemesinden çıkarıp benzer malzemenin içine beynini sokmaktır.

AŞÇI BİR SANATKARDIR

Yazı yazmak bir hüner, yazar ise bir hünermendandır. Yemek yapmak bir sanat, aşçı ise bir sanatkardır. Aynı temayı verin, on yazar size on değişik hikaye yazsın. Aynı malzemeyi verin, on aşçı size on değişik yemek yapsın. Yazı yazmak da yemek yapmak da ilk başta başkasını taklitle başlar, zamanla gelir ustalık. Yazar veya şef kendi üslubunu bulduğunda isteyen istediği kadar onu taklit etmeye kalkışsın…

]]>
https://calipide.com/yemek-ve-yazi/feed/ 0
Lezzet Casusluğu https://calipide.com/lezzet-casuslugu/ https://calipide.com/lezzet-casuslugu/#respond Mon, 24 Feb 2025 13:25:32 +0000 https://dijitasyon.com.tr/calipide/?p=3292 Lokum, Osmanlı döneminde Balkanlar’a da yayılırken, Avrupalılar Türk lokumunun sırrının peşine düşmüşlerdi.

Lokumun ne zamandan beri yapıldığına dair 2 farklı görüş bulunmaktadır. Kimi kaynaklara göre 15. yüzyıldan beri Anadolu’da yapılmaktadır. Kimi kaynaklara göre ise 18. yüzyıl sonunda Ali Muhiddin Hacı Bekir tarafından icat edilmiştir. Hacı Bekir Efendi, 1777 yılında bal veya pekmez, su ve undan oluşan eski bir karışımı geliştirerek lokum tarifini oluşturmuştur. Bu tarihten daha önce de muhtemelen lokum veya lokuma benzer bir şekerleme üretiliyordu. Ali Muhiddin Hacı Bekir tarifini oluştururken o dönemde yeni icat edilen pancar şekerinden ve özleştirilmiş nişastadan faydalanmıştır.

NEDEN “TURKİSH DELİGHT”

 

Lokumun dünyada Turkish delight olarak tanınması ise 18. Yüzyıl sonlarında İngiliz bir gezginin İstanbul’a gelerek lokumu çok beğenmesi ve sormasında akrabalarına ve etrafındakilere tattırmasıyla Avrupa’ya yayılmıştır. Hacı Bekir ustanın yaptığı lokumlar döneminde Osmanlı sarayında ve yabancı diplomatların sofralarında tüketiliyordu.

Lokum, Osmanlı döneminde Balkanlar’a da yayılırken, Avrupalılar Türk lokumunun sırrının peşine düşmüşlerdi. Yunan Kralı’nın Alman “Şekercibaşı” sı Friedrich Unger, 1835’te İstanbul’a özel olarak gelip, kentin saray ve çarşı tatlıcıları, helvacıları, şekercileri ve ürünlerini incelemesinin ardından, “Conditorei des Orients” (Doğu’nun Tatlı ve Şekerleri) kitabını yazdı.

Söylentiye göre lokum tarifinin nasıl yapıldığını çözemeyen batılılar uzun süre tarif denemeleri yaptılar. Kendilerinin bulamadığı gizli hammadde ise şekerin kristalleşmesini önleyen asitlik düzenleyici limon suyunun eklenmesi idi.

EDEBİYATTA LOKUM

 

Avrupa’ya girişinden sonra lokum, C.S. Lewis’in Narnia Günlükleri ve Charles Dickens’ın Edwin Drood’un Gizemi gibi Batı edebiyatının birçok eserinde yer almış ve bu lezzetin ününe katkıda bulunmuştur.” Fransız edebiyatında: Michel Tournier’in “Gaspard, Melchior et Balthazar” ve Yves Navarre’ın “les lokum” adlı romanlarında her Türk evinde çay ve kahvenin yanında, kahvaltı, öğle ve akşam yemeklerinden sonra ikram edilen bu lezzetli tatlı küplerden bir miktar bulunduğu bahsedilir. Klasik tatlar hala gül, limon, nane ve damla sakızıdır. Ev sahibesinin misafirleri geldiğinde onlara lokum ikram etmesi gelenekseldir.

]]>
https://calipide.com/lezzet-casuslugu/feed/ 0
Tuz, İnsanlık tarihini değiştiren baharat https://calipide.com/tuz-insanlik-tarihini-degistiren-baharat/ https://calipide.com/tuz-insanlik-tarihini-degistiren-baharat/#respond Mon, 24 Feb 2025 13:24:32 +0000 https://dijitasyon.com.tr/calipide/?p=3289 Homeros onu kutsal madde olarak tanımladı, tarih boyunca insanlığı peşinden koşturdu. Doğada saf olarak fazla bulunmayan bu madde için savaşlar yapıldı ve onu elde etmek için akıl almaz yollar denendi.

İnsanlığın en eski çağlarından beri tuz tüketildiği biliniyor. Eskiçağ metinlerinde tuza sıkça atıf yapılır. Tevrat’ta, Tanrı Sodom ve Gomora’yı cezalandırmaya karar verdiğinde, insan kılığına girmiş meleklerden biri Lut ve ailesinin kaçarak canını kurtarmasını söyler ve arkaya bakmamaları gerektiğini ekler. Lut’un karısı bu uyarıyı dikkate almadan dönüp geriye bakınca tuz kesilir (Tekvin/Bereşit, 19:26). Sözü geçen coğrafya bugün Lut Gölü/Ölü Deniz olarak anılmaktadır.

İnsanın yediği bilinen ”tek kaya türü” olan tuzun, günümüzde ilaç üretiminden, buz tutan yolların trafiğe açılmasına, suyun yumuşatılmasından sabun üretimine kadar 14 bin çeşit kullanım alanı bulunuyor. Modern yer biliminin sağladığı bilgilerden önce tuzun nerede bulunduğunu bilmeyen insanoğlu, 20. yüzyıla kadar umutsuz bir biçimde onun peşinde koştu.

Çinliler, Romalılar, Fransızlar, Venedikliler, Habsburglar ve diğer bir çok yönetim, savaşlar için para bulmak üzere tuz vergisi koymuştu. Çin’de tuz üretimine ilişkin en eski yazılı kaynak, İ.Ö. 800’e aittir. Belgede, Xia Hanedanlığı sırasında bin yıl önceki deniz tuzu üretimi ve ticaretinden söz edilir. Çin yönetimleri yüzyıllarca tuzu, devletin bir gelir kaynağı olarak görmüşlerdi. Çin’de İ.Ö. 12. yüzyılda tuz vergisinden söz eden metinler günümüze ulaşmıştır. Tuzu suların buharlaştığı zamanda sınırları içinde bulunan Yuncheng gölünden elde ettikleri düşünülmektedir.İnsanlık-tarihini-değiştiren-bir-baharat-Tuz

Et ve balığı tuzlayarak saklayan ilk uygarlık Mısırlılar’dı. Bu uygarlık tuzu aynı zamanda mumyalama işlemlerinde de kullanmaktaydı. Araştırmalara göre, Mısırlılar Nil deltasında ki deniz suyunu buharlaştırarak tuz üretiyorlardı.

1350’li yıllarda Afrika, Avrupa ve Asya’da kara yolculukları yapmış olan İbni Batuta, tamamen tuzdan inşa edilmiş olan Taghaza şehrini ziyaret ettiğini yazdı. Tuzdan yapılan binalar, şehri ziyaret edenleri büyülemişse de bu bölgede inşaat için kullanılabilecek tek malzeme tuz bloklarıydı. Antik Taghaza’da çıkarılan tuz, 100 kiloluk tabletler halinde develerle yaklaşık 750 kilometre uzaklıktaki Timbuktu’ya taşınırdı.İnsanlık-tarihini-değiştiren-bir-baharat-Tuz

Tarihte Roma devleti de Çinliler gibi tuz satışları üzerinde tekel kurmamakla birlikte, zorunlu gördüğünde tuz fiyatlarını kontrol etmekten geri kalmadı. Roma devletinin tuz fiyatlarına ilk müdahalesinin belgeleri, İ.Ö. 506 yılına aitti. Buna karşılık Roma devleti zaman zaman tuz fiyatlarını sübvanse etmişti.

Öte yandan büyük Roma yollarından ilk yol olan Appian Yolu, tuzu sadece Roma’ya değil, yarımadanın iç kesimlerine de taşımak için inşa edilmişti. Roma ordusunda bazen askerler maaşlarını tuz olarak alıyordu. İngilizce de yer alan “maaş” karşılığı kullanılan “salary” kelimesi, Latince “salarium”dan gelmekte olup bu kelime başlangıçta Romalı askerlere verilen tuz tahsisatı ile ilişkilendirilmiştir. Romalılar için tuz, imparatorluk kurmanın zorunlu bir parçasıydı. Yayıldıkları dünyada tuzlaları geliştirip deniz kıyılarına, bataklıklara ve tüm İtalya yarımadasındaki tuzlu su kaynaklarına tuz ocakları kurdular. Roma İmparatorluğunda 60’da fazla tuz ocağı olduğu düşünülmektedir.

Tuz, Ortaçağda onur getiren bir madde, Rönesans’ta zenginlerin lüksü, farklı kültürde tanrı, böcek ısırmaları, diken batmalarında ilaç olarak kullanılmıştır. Romalılarda tuz, sofrada servis edilirdi. Tuz, bir anlaşmanın bağlandığını simgelediğinden bir ziyafet sofrasında tuzluk bulunmayışı, düşmanca bir eylem olarak yorumlanır, kuşku uyandırırdı.İnsanlık-tarihini-değiştiren-bir-baharat-Tuz

Ortaçağ ve Rönesans’ta sofraya tuz koymak zenginlerin lüksüydü. Bu dönemde Fransız krallıklarında, kral sofraları mücevherlerle kaplı ve içleri tuz dolu vazolarla donatılırdı.

Özellikle İtalyan eşyalarının moda olduğu 16. yüzyılda “büyük tuz” adı verilen şık tuzluğun dışında, değişen yemeklerle beraber sofraya konulan küçük tuzluklar da bulunurdu. Büyük tuz, yemek boyunca büyük efendinin, davet sahibinin ya da şeref misafirinin yanında bulundurulurdu. Parmakla tuza dokunmak kaba bir davranış, hatta bazen talihsizlik olarak görülürdü. Bazı ortaçağ ve rönesans tabaklarında tuz konulması için küçük bir oyuk bulunurdu.

Orta Asya toplumu içinde tuzun mukaddes yiyeceklerden biri olduğu söylenebilmektedir. Eski Türk toplumuna genel anlamda bakıldığında tuz ile ilgili farklı inanışlar olduğu açıktır. Manas destanında tuz zenginlik ifade eder, Kutadgu Bilig de cömertlik ve misafirperverlik için tuz ile ilgili birçok ifadeye yer verildiği görülmektedir. Kadı Burhaneddin divanında, Yunus Emre şiirlerinde tuza ilişkin ifadelere sıkça rastlanmaktadır

  1. yüzyılda Fransa’da tuz vergisi önemli sıkıntılara yol açmıştı. Tuz vergisi toplayıcılarından nefret ediliyordu. Tuz vergisi toplayıcıları, özellikle kadınlardan kuşkulanır ve onlara karşı kötü davranırdı. Kadınlar bazen, vücutlarının çeşitli yerlerine sakladığı tuz torbalarıyla yakalanırdı. 18. yüzyılın sonlarında tuz vergisine karşı işlenen suçlardan dolayı her yıl üç binden fazla Fransız erkek, kadın ve hatta çocuk ölüm cezasına çarptırılıyordu.

Yerli Kuzey Amerika kültürlerinin bir çoğu genellikle dişi olan tuz tanrılarına tapardı. Amerika kıtasındaki tüm büyük uygarlık merkezleri de tuza kolayca erişilebilen yerlerde kurulmuştu. İnkalar tuz üreticisiydi, Cuzco’nun hemen dışında tuz kuyuları vardı. Herman Cortez’in fetihlerini kaydeden Bernal Diaz’a göre ise Aztekler idrarı buharlaştırarak tuz yapıyorlardı.İnsanlık-tarihini-değiştiren-bir-baharat-Tuz

Günümüzde ise en büyük tuz üreticisi ve tüketicisi ABD… Yılda 40 milyon tondan fazla tuz üreten ABD, satış gelirleri bakımından 1 trilyon dolardan fazla kazanıyor. Tuz üretiminde ABD’yi sırasıyla Çin, Almanya, Kanada ve Hindistan izliyor. ABD’de tuz üretiminin sadece yüzde 8’i gıda sektörüne giderken, tuz üretiminin yüzde 51’i yolların buzlanmasını engellemek için kullanılıyor.

]]>
https://calipide.com/tuz-insanlik-tarihini-degistiren-baharat/feed/ 0
Türk Yemek Kültürü https://calipide.com/turk-yemek-kulturu/ https://calipide.com/turk-yemek-kulturu/#respond Mon, 24 Feb 2025 13:22:04 +0000 https://dijitasyon.com.tr/calipide/?p=3286 Türk toplumunda günlük yaşam, öğünlerin ve uzun yemeklerin etrafında şekillenir. Ev hayatının merkezi mutfaktır. Büyük şehirlerde bile aileler akşam yemeklerini çoğunlukla beraber ve evde yemeyi tercih ederler. Özellikle konukların ağırlandığı yemeklerin ardından masa hemen toplanmaz, uzun uzun sohbet edilir, müzik dinlenip eğlenilir.

Zengin malzemeler ve yoğun bir emekle yapılan yemekleriyle Türk mutfağı dünyaca ünlüdür. Bu eşsiz lezzetleri restoranlarda veya konuk olduğunuz bir evde tadabilirsiniz. Evde yemek pişirmek çok yaygındır. Taze yemeklik malzemeleri manavlardan, süpermarketlerden ya da belli günlerde kurulan pazarlardan alabilirsiniz.

DIŞARIDA YEMEK

Türkiye’de evde yemek ne kadar yaygınsa da, karnınızı dışarıda doyurmak için de geleneksel yemeklerden basit sandviçlere kadar çok çeşitli ve doyurucu seçeneğiniz vardır. Kırmızı/beyaz et ve deniz ürünleri yemekleri ile vejetaryen alternatifler sunan restoranlar ve kafeler tüm büyük şehirlerde rahatlıkla bulunur.

Restoranlarda sipariş ettiğiniz yemek gelmeden önce birkaç çeşit atıştırmalık ve meze (appetizers) ikram edilir. İkramları da hesaba katarak siparişinize karar verin. Unutmayın: ikramlar ve sürahide servis edilen su ücretsizdir; şişe su ise ücretlidir!

TÜRK KAHVALTISI

Pek çok kültürden farklı olarak Türk kahvaltısı gerçek bir öğündür ve annelerin tavsiye ettiği üzere atlanmamalıdır! Simit, gözleme, poğaça gibi hamur işleri hızlı bir kahvaltının vazgeçilmezidir. Fakat uzun, keyifli bir haftasonu kahvaltısında masanın şunlarla donatıldığını gördüğünüzde şaşırmayın: peynir, zeytin, yumurta, domates, salatalık, sucuk, börek, gözleme, reçel, bal ve tabii ki çay.

ÖĞRENCİ DOSTU YEMEKLER

İşte size dışarıda yemek için hızlı ve hesaplı seçenekler:

Döner: Şehirdeki birçok kebap restoranının vitrininde dik bir eksene geçirilmiş etlerin döndürülerek pişirildiğini göreceksiniz. İşte bu bir Türkiye spesilayi olan dönerdir. Dönerin öğrenciler için güzel yanı ekmek arası olarak da yenebilmesidir.

Mantı: Farklı ülkelerde benzerleri bulunan mantı, içine kıyma konularak hazırlanan hamur parçacıklarıdır. Genellikle yoğurtla ve salçayla servis edilir.

Çorba: Türkiye’de her şeyin çorbasının yapıldığını göreceksiniz. Çoğu zaman vejetaryen ve bol sulu olan çorbalarda türlü sebzeler ve bakliyatlar kullanılır. Etli türleri de olan çorbalar bir öğrencinin isteyebileceği hafif bir öğle ya da akşam yemeği için idealdir.

Kuru Fasulye ve Pilav: Üniversite yemekhanelerinin ve ev yemekleri yapan restoranların menülerinin vazgeçilmezidir. Pilav bulgur ya da pirinçten yapılır ve çoğu zaman sulu yemeklerin yanında servis edilir. Söylenene göre kuru fasulye pilavla beraber yendiğinde besin değeri kat be kat artmaktadır!

Börek, Gözleme, Poğaça: Hamur işleri kahvaltılarda ve ara öğünlerde sizi kurtaracak temel besinlerdir. Üniversite kantinlerinde, pastanelerde ve bazı restoranlarda çok farklı çeşitlerini bulabilirsiniz: sebzeli, etli, peynirli…

ÜNİVERSİTE YEMEKHANELERİ VE KANTİNLERİ

Pek çok üniversitede öğrencilere 2 ya da 3 öğün yemek sunulan bir yemekhane vardır. Tabldot ya da alakart tercih edebileceğiniz yemeklerin fiyatı devlet tarafından sübvanse edildiğinden gayet makuldür. Pek çok üniversitede merkezi yemekhanenin dışında kantin, restoran ve kafelere rastlamak da mümkündür.

Yemekhanenizin menüsünde aşağıdaki yemekleri gördüğünüzde kaçırmamalısınız. Bunlar tatmadan Türkiye’den ayrılmak istemeyeceğiniz lezzetlerdir.

– Karnıyarık

– İmambayıldı

– Tas kebabı

– Yaprak sarma

– Kebap

– Baklava

– Kazandibi

]]>
https://calipide.com/turk-yemek-kulturu/feed/ 0
Cantık Tarihçesi https://calipide.com/cantik-tarihcesi/ https://calipide.com/cantik-tarihcesi/#respond Mon, 24 Feb 2025 13:21:05 +0000 https://dijitasyon.com.tr/calipide/?p=3283 Cantık, 1800’lü yıllarda Kafkaslar’dan Bursa‘ya gelmiş, Kırım Tatarlarına özgü pideye benzeyen bir hamur işidir.

Mayalanmış hamurun üzerine zengin içerikli kıyma, kuşbaşı şeklinde kesilmiş etin harcı veya kaşar peyniri konulur ve taş fırınların içinde pişirilerek servise hazır hale getirilir.

Türkiye‘de belki hiç adını duymadığınız bu enfes lezzet yer yer Kütahya’da görülse de asıl hak ettiği değeri Bursa’da bulmuştur. Bursalıların çok sevdiği bu hamur işi düğünlerde, sünnetlerde, mevlitlerde, kına gecelerinde, cenazelerde ve daha bir çok özel günde sofraları süsler.

]]>
https://calipide.com/cantik-tarihcesi/feed/ 0
Pidenin Tarih Yolculuğu https://calipide.com/pidenin-tarih-yolculugu/ https://calipide.com/pidenin-tarih-yolculugu/#respond Mon, 24 Feb 2025 13:20:08 +0000 https://dijitasyon.com.tr/calipide/?p=3280 Gurme sıfatını pekiştirmek için lezzetleri yalnızca tatmak yetmiyor, tanıman da gerekiyor! Pidenin günümüze uzanan yolculuğunu ve pek çok detayı bir araya getirdik. 

İlk pide ne zaman yapıldı sorusunun doğrusu net bir yanıt bulunmuyor. Fakat 1502 yılında yazılan ve dünyanın ilk tüketiciyi koruma kanunu olarak bilinen Kanunname-i İhtisab-ı Bursa’da pide ismi geçiyor. II. Bayezid tarafından çıkarılan bu kanunnamede pide ununun elenmesinden tut da gevrek pişirilmesine kadar pek çok detaya yer veriliyor. Pidenin tarih sahnesinde ilk rol almasının ardından ünü diyardan diyara yayılıyor. Nitekim “Pide nerede meşhur?” sorusu da tam olarak bu nedenle popülerliğini koruyor. 

MEŞHUR BAFRA PİDESİ

Pide nerenin sorusuna net olarak Bafra diyebilmek mümkün değil. Ancak şu da bir gerçek ki çıtır çıtır Bafra pidesi, deneyenlerin vazgeçilmezleri arasında başı çekiyor. İnce hamurlu, çıtır, 70-75 cm uzunluğunda ve 3-4 cm eninde olan Bafra pidesinin lezzeti bölgenin özel tereyağı ile bir üst noktaya taşınıyor.

KARADENİZ’İN FAVORİSİ: KIR PİDESİ

Taş fırında pişen incecik çıtır çıtır kır pidesi, Kastamonu pidesi adıyla tanınıyor. Nedenini hemen açıklayalım. 1960’lı yıllarda İstanbul Karaköy’de pide fırını işleten bir ustanın Arnavut bir börek ustasından bu tarifi öğrendiği ve doğruca memleketi Kastamonu’ya dönerek bu lezzeti yöreselleştirdiği biliniyor. Bu özel tarif Karadeniz’in cömert doğasının eseri… Peynir, kavurma ve tereyağı bu pidenin lezzetini ikiye katlıyor.

ANADOLU’DAN GELEN LEZZET: ETLİ EKMEK

İlk kez Konya’nın kebapçılar çarşısında yapıldığı bilinen etli ekmeğin 800-900 yıllarından günümüze yemek kültürümüzde yer aldığı biliniyor. 1.65 – 1.72 cm veya 1.80 cm’e kadar uzatılan bu pidenin incecik hamuru ve düve etinin kaburga ve boşluk kısmından hazırlanan özel eti, pide gurmelerine unutamayacakları bir lezzet sunuyor.

TRABZON SÜRMENE PİDESİ

Coğrafi işaretle tescillenen özel bir lezzetle listemize devam ediyoruz. Özel el açması hamuru, salamura edilmiş peyniri ve akıllardan çıkmayan meşhur Trabzon tereyağı ile buluşarak devleşen Trabzon Sürmene pidesi, vazgeçemeyeceğin bir yemek önerisi daha sunuyor!

BURSA CANTIK

Adının cantık olması seni yanıltmasın! Çünkü bir kez denediğinde en sevdiğin pideler arasına Bursa’nın meşhur cantığını dahil etme olasılığın oldukça yüksek. Kıymalı, kıymalı-kaşarlı veya kuşbaşılı iç harçların açma büyüklüğündeki hamurun üstüne yerleştirilmesiyle, ortaya damak çatlatan bir lezzet çıkıyor! Cantığın tadını alanlar bir daha hiç peşini bırakmıyor!

]]>
https://calipide.com/pidenin-tarih-yolculugu/feed/ 0
Lahmacunun Dünya Yolculuğu https://calipide.com/lahmacunun-dunya-yolculugu/ https://calipide.com/lahmacunun-dunya-yolculugu/#respond Mon, 24 Feb 2025 13:19:05 +0000 https://dijitasyon.com.tr/calipide/?p=3277 Anadolu’dan Ortadoğu’ya lahmacunun yolculuğu, lezzetin kökenine ve yayılma sürecine ışık tutan ilginç bir hikayeyi barındırır. Bu lezzetli yemek, Türkiye’de ve çevre bölgelerdeki tarih boyunca farklı kültürlerin etkileşimiyle şekillenmiştir. Anadolu’da tüketilen lahmacun, Osmanlı İmparatorluğu döneminde önemli bir rol oynamış ve ardından Ortadoğu’ya yayılmıştır.

Lahmacunun Anadolu’daki yolculuğu, Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki zengin mutfak geleneğinin bir ürünü olarak başlamıştır. Osmanlı mutfağının etkisiyle, lahmacunun içindeki malzemeler ve pişirme yöntemleri farklılaşmış ve bu yemek Türk mutfağında önemli bir yer edinmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun yayıldığı coğrafyalara da lahmacunun özgün versiyonları taşınmıştır.

Ancak lahmacunun kökeni sadece Türkiye ile sınırlı değildir. Ortadoğu’nun farklı ülkelerinde de benzer yemekler bulunur. Lahmacunun bu bölgelerdeki varyasyonları, farklı malzemeler ve sunum şekilleriyle farklılık gösterir. Özellikle Lübnan, Suriye ve Ürdün gibi ülkelerde lahmacuna benzer yemekler sıkça tüketilir. Bu, lahmacunun Anadolu’dan Ortadoğu’ya yayılmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

 

Lahmacunun Anadolu’dan Ortadoğu’ya olan yolculuğu, tarihi ve kültürel etkileşimin bir yansımasıdır. Bu lezzetli yemeğin farklı bölgelerde farklı tatlarla karşımıza çıkması, zengin bir mutfak mirasının bir parçası olduğunu göstermektedir.

 

TARİHTE İLK LAHMACUN: KAYNAKLAR NE DİYOR?

 

Tarihte ilk lahmacunun tam olarak ne zaman ve nerede yapıldığına dair kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Lahmacunun kökeni hakkında farklı teoriler ve iddialar olsa da, tarihi kaynaklar bu konuda net bir bilgi sunmamaktadır. Lahmacunun tarihçesi ve ilk yapılışına dair kesin bir belge veya kaynak bulunmadığı için, bu konu hakkında çeşitli spekülasyonlar ve efsaneler mevcuttur.

 

Lahmacun, Orta Doğu’da ve özellikle Levant bölgesinde yaygın olarak tüketilen bir yemek olarak kabul edilir, ancak tam olarak ne zaman ve nasıl ortaya çıktığına dair yazılı bir kaynak bulunmamaktadır. Bu nedenle, lahmacunun tarihçesi hakkında kesin bilgilere sahip olamıyoruz ve bu konu hala tartışmalı bir konu olarak kalmaktadır.

 

LAHMACUNUN GELENEKSEL TARİFLERİ VE DEĞİŞİMİ

 

Lahmacun, zaman içinde farklı bölgelerde geleneksel tariflerin ve malzemelerin etkisiyle çeşitlilik gösteren bir yemek haline gelmiştir. Geleneksel bir lahmacun tarifi, ince hamurun üzerine kıyma, soğan, biber salçası, baharatlar (genellikle kimyon, pul biber gibi), domates, biber ve maydanoz karışımının yayılmasıyla yapılır.

 

Bu malzemeler hamurun üzerine eşit bir şekilde dağıtılır ve ardından fırında veya sac üzerinde pişirilir. Ancak lahmacunun geleneksel tarifleri, coğrafi bölgelere ve kişisel tercihlere göre değişiklik gösterebilir. Örneğin, Türkiye’nin farklı bölgelerinde lahmacunun içine eklenen malzemeler farklılık gösterebilir. Gaziantep lahmacunu, Hatay lahmacunu veya Adana lahmacunu gibi çeşitler, kendine özgü baharatlar ve malzemelerle tanınır. Ayrıca, lahmacunun pişirme yöntemleri de farklılık gösterebilir; fırın, sac veya taş fırın gibi çeşitli yöntemlerle hazırlanabilir.

 

Lahmacunun geleneksel tarifleri ve değişimi, coğrafi bölgelere ve kişisel tercihlere bağlı olarak çeşitlilik gösterir. Bu, lahmacunun lezzetini ve çekiciliğini zenginleştiren bir özelliktir ve herkesin damak zevkine uygun bir versiyonunu bulabilmesine olanak tanır.

 

OSMANLI İMPARATORLUĞU VE LAHMACUN

 

Osmanlı İmparatorluğu döneminde lahmacun, Türk mutfağında önemli bir yere sahipti. Bu dönemde, lahmacunun hazırlanma şekli ve içeriği bazı değişikliklere uğramış ve Osmanlı mutfağının zenginliklerine katkı sağlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı coğrafyalarında lahmacunun farklı varyasyonları ortaya çıkmış ve bu lezzetli yemek, İmparatorluğun geniş toprakları boyunca popülerlik kazanmıştır.

 

Osmanlı İmparatorluğu döneminde lahmacunun içinde kullanılan malzemeler arasında kıyma, soğan, biber salçası, baharatlar ve pişirildikten sonra taze yeşillikler sıkça yer alırdı. Lahmacun, özellikle sokak satıcıları tarafından hazırlanır ve satılırdı. Bu, hızlı bir atıştırmalık veya öğün alternatifi olarak yaygın olarak tüketilmesine yol açmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda lahmacun, farklı kültürlerin ve mutfakların etkileşimi sonucu şekillenen bir lezzet olarak kabul edilmiş ve bu miras günümüzde de sürdürülmektedir.

 

Osmanlı İmparatorluğu döneminde lahmacun, Türk mutfağının ve geniş coğrafi etki alanının bir parçası olarak önemli bir yere sahipti. Bu dönemdeki lahmacun tarifleri ve tüketimi, günümüzdeki geleneksel lahmacunun temellerini atmış ve bu lezzetin devamlılığını sağlamıştır.

 

LAHMACUNUN SOSYAL VE KÜLTÜREL ETKİLERİ

 

Lahmacun, sadece bir yemek değil, aynı zamanda sosyal ve kültürel etkilere sahip bir lezzettir. Bu geleneksel yemek, insanların bir araya gelmesini teşvik eden bir unsur olarak önemli bir rol oynamıştır. Özellikle Türkiye ve Ortadoğu ülkelerinde aile ve arkadaş toplantılarında, sokak satıcılarının tezgahları etrafında veya restoranlarda lahmacun yeme geleneği sıkça görülür. Lahmacun paylaşılan bir yemek olmasıyla sosyal bağları güçlendirebilir ve insanları bir araya getirebilir.

 

Ayrıca lahmacun, kültürel bir sembol olarak da kabul edilir. Bu lezzet, geleneksel mutfakları ve yerel tatları yansıtan bir öğün olarak önemlidir. Lahmacunun farklı bölgelerdeki çeşitleri ve tarifleri, o bölgenin kültürel ve coğrafi özelliklerini yansıtan özgün lezzetler sunar. Bu da lahmacunu bir kültürel mirasın bir parçası haline getirir.

 

Lahmacunun sosyal ve kültürel etkileri, insanların bir araya gelmesini teşvik eden, paylaşılan bir lezzet olduğunu ve farklı bölgelerdeki çeşitleriyle yerel kültürel kimliği yansıttığını gösterir. Lahmacun, yemek kültürü ve toplumsal ilişkilerin bir parçası olarak önemli bir rol oynar.

 

 BÖLGESEL FARKLILIKLAR: ÇEŞİTLİ LAHMACUN TARZLARI

 

Lahmacun, farklı coğrafyalarda ve bölgelerde farklı tarzlarla hazırlanan ve tüketilen bir yemektir. Bu nedenle bölgesel farklılıklar gösterir ve her bir bölgeye özgü lezzetler sunar. Özellikle Türkiye ve Ortadoğu ülkelerinde, lahmacunun çeşitli tarifleri ve versiyonları bulunur.

 

Türkiye’de, lahmacunun farklı bölgelerde kendine özgü tarifleri vardır. Örneğin, Antep lahmacunu ince hamur ve baharatlı iç harcıyla ünlüdür. Adana lahmacunu ise bol acı biber ve pul biberle hazırlanır. Hatay’da ise lahmacunun üzerine nar ekşisi ve ceviz serpiştirilir. Ayrıca, İskenderun lahmacunu deniz ürünleri içeren bir çeşidiyle öne çıkar.

 

Ortadoğu ülkelerinde de lahmacunun farklı tarifleri bulunur. Lübnan’da lahmacun, lahme bi ajeen olarak adlandırılır ve üzerine limon suyu sıkılır. Suriye’de ise zeytinyağı ve nar ekşisi kullanılır. Ürdün’de ise baharatlarla zenginleştirilir.

 

Bölgesel farklılıklar, lahmacunun her yerde farklı bir lezzet ve dokuya sahip olmasını sağlar. Bu da lahmacunu zengin ve çeşitli bir yemek haline getirir, farklı tatlar arayanların tercih edebileceği bir seçenek sunar.

 

MODERN MUTFAKTA LAHMACUNUN YERİ

 

Modern mutfakta lahmacun, hala popülerliğini koruyan ve sevilen bir lezzettir. Geleneksel olarak sokak lezzeti olarak bilinse de, lahmacun modern restoranlar ve kafe menülerinde de sıkça bulunur hale gelmiştir. İnce hamurun üzerine yayılan baharatlı kıyma harcı, taze yeşilliklerle servis edilir ve genellikle limon dilimleri ile tamamlanır. Bu basit ve lezzetli yemek, hızlı ve pratik bir alternatif sunan modern yaşam tarzına uygun bir tercih haline gelmiştir.

 

Ayrıca, lahmacunun modern mutfakta popülerliği, farklı malzemelerin ve lezzetlerin denendiği ve keşfedildiği bir platform olarak da görülebilir. Özellikle fusion mutfakta, lahmacunun geleneksel tarifine yeni malzemelerin eklenmesi veya farklı mutfakların etkilerinin katılmasıyla yaratıcı versiyonları ortaya çıkar. Bu, lahmacunun sınırlarını genişleten ve farklı damak tatlarına hitap eden bir yaklaşımı yansıtır.

 

Modern mutfakta lahmacun, geleneksel lezzetini korurken aynı zamanda yaratıcı ve yenilikçi bir yemek olarak da değer kazanmıştır. Geleneksel ve modern mutfakların buluştuğu bir noktada, lahmacun hala birçok insanın favori atıştırmalığı veya ana yemeği olmaya devam ediyor.

]]>
https://calipide.com/lahmacunun-dunya-yolculugu/feed/ 0
Kırmızı Etin Faydaları https://calipide.com/kirmizi-etin-faydalari/ https://calipide.com/kirmizi-etin-faydalari/#respond Mon, 24 Feb 2025 13:16:56 +0000 https://dijitasyon.com.tr/calipide/?p=3274
  • Demir, çinko ve protein açısından oldukça zengin olan kırmızı etin kansızlık, anemi gibi sağlık sorunları yaşayanların tüketmesi uzmanlar tarafından tavsiye edilmektedir. Kırmızı et, çoğu hastalığa karşı koruyucu etkilere sahip olmasıyla da bilinir.
  • Kırmızı et kreatin, B6, B12 ve D vitaminlerini içerir.
  • İçerdiği besinler kısa sürede enerjiye dönüşerek vücudun zinde kalmasına destek olur. Özellikle kreatin ve protein zenginliği sayesinde kas yapımını destekler Bu nedenle kilo kontrolünde ve sporcular için önemli besin kaynakları arasındadır.
  • İçeriğindeki Omega-3 yağları kalp sağlığını korumaya yardımcıdır.
  • Kırmızı et ve et suyu, 9 farklı amino asit, demir, çinko ve magnezyum gibi kemik sağlığı ve gelişimine faydalı mineraller bakımından oldukça zengindir.
  • Demir açısından çok zengin bir besin kaynağı olduğu için anemiyi (kansızlık) engeller ve kan sağlığının korunmasını destekler.
  • Selenyum açısından zengindir.
  • İçerdiği B kompleks vitaminleri sayesinde saç, cilt ve göz sağlığını korur.
  • ]]>
    https://calipide.com/kirmizi-etin-faydalari/feed/ 0
    Türk Mutfağı Altın Çağını Osmanlı ile Yaşadı https://calipide.com/turk-mutfagi-altin-cagini-osmanli-ile-yasadi/ https://calipide.com/turk-mutfagi-altin-cagini-osmanli-ile-yasadi/#respond Mon, 24 Feb 2025 13:15:55 +0000 https://dijitasyon.com.tr/calipide/?p=3271 Türk mutfağı altın çağını Osmanlı ile yaşadı

    Türk ve Anadolu mutfağı da en az Türk tarihi kadar eski ve güçlü bir mutfaktır. Bugün bu özelliklerini yitirmeye ve küreselleşen mutfak karşısında yenilmeye ya da onun bir metası olma tehlikesiyle karşı karşıya.

    Kaynak: Mehmed Mazlum Çelik / INDEPENDET TÜRKÇE

    Osmanlı Devleti kurulurken Osman Gazi Beyliği’nin ekonomisi büyük oranda konserve etlerin ve süt ürünlerinin ihracatına dayanıyordu.

    Kısa sürede büyüyen devletin Germiyanoğluları Beyliği’ni çeyiz yoluyla topraklarına katması sofra kültürü açısından çağ atlamasını sağladı. Germiyanoğluları, zengin bir sofra adabına ve menü çeşitliliğine sahipti.

     

    Sultanın sofrasına dair yazılan onlarca eser, adap risaleleri ve civanmerdnameler; bunun yanında yazılı olmayan görgü kuralları Osmanlı sofra ve mutfak kültürüne taşındı. Bu, beraberinde saray mutfağı ve halk mutfağı şeklinde iki temel ayrımın ortaya çıkmasına neden oldu. 

    Furkan Demirgül’ün, “Çadırdan Saraya Türk Mutfağı” adlı eserinde Osmanlı’da halk sofrasının genel çerçevesini şöyle çiziyor:

    “Osmanlı’da halkın sofrası, üzerine susam serpilmiş ekmekten, biraz koyun eti ya da pastırmadan, pirinç çorbası ya da pirinç pilavından, çeşitli sebze ve meyvelerden oluşmuştur. Yemekler gösterişsiz bir şekilde yerde sofra bezi üzerine oturularak yenmiştir. Yiyeceklerin yanında içecek olarak genellikle şurup, ballı şerbet, gül suyu ve meyve hoşafları içilmiştir. Sofrada kaşıktan başka bir araç kullanılmamıştır. Çorba ile hoşaf, bazen de pilav kaşıkla yenmiş, diğer yemeklerde ise iki elin parmakları, çatal olarak kullanılmıştır.

    Aynı eserde saray mutfağı ise şu cümlelerle tanımlıyor:

    “Osmanlı Saray Mutfağı, Osmanlı yemek kültürünün zirvesi olarak kabul edilebilir. Saray halkının yemekleri Fatih döneminde kurulduğu tahmin edilen Matbah-ı Amire’de yapılmıştır.  Saray Mutfağı her gün binlerce kişiye yemek pişirilen dev yemek fabrikaları gibi çalışmıştır. Padişahın yemekleri, sadece padişaha hizmet eden ve Matbah-ı Amire’nin içinde ayrı bir yerde bulunan kuşhane bölümünde hazırlanmıştır. Matbah-ı Amire’nin helvahane bölümünde ise reçeller, hoşaflar, şerbetler, turşular ve her türlü tatlılar yapılmıştır. Ayrıca helvahanede sultan, ve haremi başta olmak üzere tüm saray halkı için şifa kaynağı olarak tüketilen macunlar üretilmiştir.”

    Bu macunlardan en ünlüsü Türklerde baharın başlangıcı olarak kutlanan Nevruz’da çok çeşitli baharat ve bitkilerin karıştırılmasıyla hazırlanan Nevruziye (mesir) macunu olmuştur.

    Sarayın ihtişamı seyyahların eserlerinde de başı çeken konulardan birisidir.   Salomon Schweigger, “Sultanlar Kentine Yolculuk” eserinde Osmanlı padişahının sofra geleneğini şöyle betimlemektedir:

    Padişah yemek yiyeceği zaman yere konan bir mindere bağdaş kurar. Odanın zeminine önce üst üste hasırlar serilir, üzerine güzel Türk halıları döşenir. Padişahın önüne bir karış yüksekliğinde küçük yuvarlak bir masa konur, üzerine astarlanmış kalın ve sert bir deri yayılır. Bunun çevresinden bir ip geçirilmiştir, ip çekilince derinin kenarları torba gibi büzülür. Bu deri örtünün üstüne yemek kapları dizilir. Masanın kenarında yemekleri sunan, tabaklara koyan, keserek parçalara bölen çeşnigirbaşı -sofracıların başı- diz çöker. Yemekler sekiz veya on çeşit olarak bir seferde getirilir. Hem haşlanmış, hem kızarmış koyun eti, güvercin ve tavuk eti, beyaz, sarı, boz renkli, şekerli, şekersiz, fırınlanmış ya da haşlanmış sulu veya koyu olmak üzere dört-beş çeşit pirinç yemeği gibi. En sonunda porselen çanaklar içinde kavun, portakal, elma, armut, üzüm gibi çeşitli güzel meyveler sofraya getirilir. Türkler şarap içmediklerinden, susadıklarında ve serinlemek istediklerinde bunlardan yerler. Ayrıca güzel tatlılar, şekerlemeler de sofraya konur, fakat bunlar bizim ülkemizdekilere benzemezler, bizdekilerden farklı bir biçimde yapılırlar. İçecekleri de çeşit çeşittir, şekerli su ve şerbet -ki bu da şekerli bir içecektir- nar ve benzeri meyvelerin sıkılmasıyla elde edilen meyve suları gibi. Padişah bunları altın veya porselen bir çanaktan içer. Padişahın içeceklerini en padişahın yanından hiç ayırmadığı çok güvendiği genç uşaklarından biri sunar.”

    Osmanlı sarayında en çok tüketilen et; koyun ve tavuk etidir. Sığır etinin tüketiminin yaygın olmamasının sebebi Osmanlı hanedanlığının büyükbaş hayvanların etine karşı irsî bir takım rahatsızlıklar taşıdığı şeklinde açıklanıyor.  Koyun ve tavuk etinin yanında hindi eti, kaz eti, ördek eti, tavus kuşu eti, keklik eti ve güvercin eti yoğun bir biçimde tüketiliyordu.

    18’nci yüzyıla kadar balık tüketimi ise oldukça azdır, padişahlar içerisinde yalnızca Fatih Sultan Mehmet’in balık etine düşkün olduğu biliniyor. 

    Osmanlı mutfağında belki de en önemli besinlerden birisi sütlü tatlılardı. Osmanlı sarayının sütlü tatlılara bu denli düşkün olmasına rağmen baklavayı asırlarca fakir tatlısı olarak görüp saraya sokmaması ise oldukça enteresan bir bilgi olarak karşımıza çıkıyor.

    ]]>
    https://calipide.com/turk-mutfagi-altin-cagini-osmanli-ile-yasadi/feed/ 0